14 Aralık 2009 Pazartesi

'HAYAT' bu !


Sabah 05.30
13. kattaki odamın tavandan tabana olan camına ellerimi ve alnımı dayamış bekliyorum.
Cam soğuk, ellerim soğuk, alnım soğuk..
Üzerimde pijamam, ayaklarım çıplak, yerler soğuk, ayaklarım soğuk..
Ürperiyorum..
Hemen yanımda sıcacık yatağım ilk defa cazip gelmiyor,
Kımıldamadan dikiliyorum cama yapışık..
Donuk bakışlarım seher vaktinde araba park yerine odaklanmış bekliyor.
Rengarenk arabalar. İçlerinden 10 yıldır aşina olduğum gri arabamızı bulabiliyorum nihayet. Plakaya bakmama gerek yok ki baksam bile çok küçük göremiyorum..

Apartmanın giriş kapısından çıkıyorlar,
Arabaya doğru yürüyorlar ellerinde çantaları..
Bağırsam duyamazlar,
İzliyorum sadece..
Bagaja eşyalarını bırakıp tamamen gayri ihtiyari kafasını kaldırıp bana bakıyor ANNE’ m. Birbirimize baktığımızı gözlerimizden anlamamız şart değil, hissediyoruz.
Ve sonra BABA’ m..
El sallıyorlar..
O an gözlerimden süzülüyor yaşlar.

Kaşlarım çatık, kime olduğunu bilmeden öfkeleniyorum önce, dudaklarımı kemiriyorum hırsımdan.
Sonra durulup hüzünleniyorum sadece.
Suçlu kim?
Suçlu yok!
‘HAYAT’ bu…
‘Gitmeyin, beni bırakmayın!’ desem?!
Olmaz haksızlık…

Çok da alışmıştım halbu ki sadece 10 günde. Annemin enfes yemeklerine, bitmek bilmez nasihatlarına, babamın gözümün içine bakıp bir derdim mi var diye sorarcasına bakmasına…

Arabayı çalıştırıyor babam, farlar yanıyor.
Karanlıkta, koskoca park yerinde, onca araba varken neden bizim arabamız gidiyor?
Neden ben bu buz gibi cama dayanmış kalp sesimde boğulup göz yaşlarımı tutamıyorum?

Araba manevralarla park yerinden binbir güçlükle atıyor kendini.
Biliyorum siz de beni bırakıp gitmek istemiyorsunuz uzaklara…
Çivilemek istiyorum arabayı tam da durduğu yere, gözlerimle durdurmak anneme koşmak, sımsıkı sarılmak istiyorum..
Durmuyorlar!
Annem son kez bana bakıp el sallıyor,
Buz gibi ellerim titriyor, çaresiz karşılık veriyorum.
Karşılıklı anlaşmaya vardık, gidiyorlar !
Uzanan cadde boyunca dualar ediyorum arkalarından, sağ salim gitsinler, aynı salimlikle dönsünler bana diye..
Kimbilir belki ben bir gün ‘olmadı yapamadım’ deyip giderim buralardan?

Ve yine başlıyoruz…

19 Kasım 2009 Perşembe

Günlerden BUGÜN


SABAH

Çalar saat çalmadan uyanıvermem
1 saat daha vaktim olduğunun onayını kendi kendime vermem
Tam uykuya dalacakken çalar saatin o pis cingen sesiyle yere düşmem

ÖĞLEN

3 ayrı otobüs şirketine Cuma gecesi gidiş, Cumartesi gecesi dönüş için cam kenarı olsun önlerden olsun ık olsun bık olsun zart olsun zurt olsun diye diye hiç yer bulamamam ve tüm antipatikliğimle insanları çıldırtmam
Dolanırken başımın hemen üstünde her daim patlak duran ampulün tam eforla birden yanması
Tekrar yazıhaneye girip ama ben Cumartesi gecesi gidip, Pazar gecesi dönecektim ki zaten diye şapşallık etmem
Biletçinin ertelediniz mi efendim sorusuna, yoo baştan beri yanlış söylemişim diyerek şapşallığıma şapşallık katmam
Biletçi sıfatından şu anda tiksinmem

VE SONRA

Şansımın tüm bu şapşallıklar silsilesinde ters dönmesi
Her iki otobüste de tek kalan mükemmeliyeti aradığım koltuğun tek kalması ve benim sahip olmam
5 günlük gidiş sizden dönüş bizden kampanyasının son gününe denk gelmem ve dönüş biletimin beleşe gelmesi
Hay şansıma tükürürken her zaman, hay şansımı öpiyim demem

ÖĞLEDEN SONRA

Bir mağazaya girip 10 adet ürün beğenmem
8 tanesiyle deneme kabinine girmem
Yalnız olduğum için haliyle saatlerce içerden çıkmadan 5 ürünü denemem
Kocaman samimiyetsiz gülümsemesiyle Nasıl oldu efenim klişesiyle yaklaşan görevliye korkumdan 1 tanecik ürünü gösterip bunu alcam ben demem
Ve çaktırmadan ürünü bi kenara bırakıp kaçmam

AKŞAM ÜZERİ

Patrona günlük rapor yazar iken cümlelerimin çaktırmadan şarkı sözlerine kayması
Kendi kendime geyiğe sarıp bilgisayar başında şarkı sözlerinden türetilmiş ama tamamen günün raporunu içeren bir yazı üretmem
El alışkanlığıyla tam gönderecekken günün 2. Şansını yakalayıp internetin kesilmesi

AKŞAM

Eve dönerken dolmuşa binmem ve ayak basacak yer bulamamam
Dolmuşlarda yer çekimini kaldıran teknolojiyi geliştirsinler ki yarımız tavana yapışsın yerden tasarruf herkes rahatlasın diye hayal kurmam
Ayaklarımın ağrısını birden hissetmem ve inen karasuları her zamanki gibi hayalimde resmen aspire etmem
En sevdiğim radyoyu ama aynı zamanda o saatte en nefret ettiğim dj i dinlemem
Konuşmalarda sesi kısmam şarkılarda son ses yapmam
Ardarda çalan 6 şarkıyı ilk defa duymam
6 sına birden hayran kalmam
Dinlerken coşmam
Kim olduğunu bilmediğim için çıldırmam
Bok kafalı dj ler bir türlü anons etmediği için küfretmem

GECE

Uykuya dalmaya yakın 6 şarkının zorla melodisini hatırlamaya çalışmam
Coşmam
Kim olduğunu bilememem
Çıldırmam
Dj e küfretmem
6 şarkıyı da mırıldanmam
Coşmam
Kim olduğunu bilememem
Çıldırmam
Dj e küfretmem
Kısır döngüye takılı kalmam

GECE YARISI

Uyumuşumdur sanıyorum farkında değilim...

8 Kasım 2009 Pazar

küçücük ufacık içi dolu turşucuk

ahh babam
ahh en sevdiğim
özledim çok
gözümüz yükseklerde
ben ankarada
sen datçada
başım dimdik
ayaklarım üstünde tek başıma
ahh özlem
özlem yok mu o özlem
gözüm iniyor bazen yere
ağlıyorum çok
özlüyorum çok...




beni bırakın
beni bırakın
beni bırakın bu kumsalda
bu yaşta
bu saflıkta




dostluk...




rujun yenmeyeceğini bilemezdim 8)




emeklemek yorucu
yürümek sıkıcı
koşmak...




kuzenlerle anneanne sevgisi




fatoş bebekle damla bebek




ayakta durabilmenin verdiği çılgınca mutluluk

2 Kasım 2009 Pazartesi

ufak bir itiraf (02.11.1986 - 02.11.2009)


Garip olan ben miyim yoksa herkes benim gibi de ben mi şimdi itiraf moduna girdim bilemiyorum.

İnsan doğum gününde gereğinden fazla bir neşe balonu içinde olur. Her lafa güler, herkese gülümser, her olaya pozitif yaklaşır. Normalde kötümser bir kişiliğe sahip olsa bile, o gün doğum günüyse eğer şen kahkahalar atmak için yer arayan küçük bir şımarık çocuk gibi olur. Gün içinde karşılaştığı arkadaşlarına gözlerini kocaman açarak ‘selam’ diye atlar. Sanki o kişi bilmek zorundaymış gibi günün özelliğini, arkasından gelecek kutlama ve hatta hediye süprizini bekler. Ki nitekim olur da. Her zaman bir plan vardır ya hani akşamına, ona uygun kıyafet seçimini yapmıştır önceden. Gün boyu o kıyafetin içinde hediyeleri toplayıp ‘günün şanslı ve özel insanı’ ünvanını taşımasını hayal eder. Ve evet gayet de gerçekleşir hayaller. Uzakta olan arkadaş, hısım, akraba, tanıdıklar telefon trafiğine boğarlar şanslı insanı. Görüşülebilitesi olanlarsa akşam için her şeyi planlamıştır. Gece süper başlar, eğlence tavan yapar, hediyeler gülücükler öpücükler kucaklaşmalar cepte, mutlu huzurlu eve dönülür. Sonsuz huzurlu bir uykuya dalınır ve artık yeni yaşa girilmiştir.

Şimdi burda anormal olan ne var değil mi? Gayet normal bir doğum günü özetiydi. Bende biraz farklı işliyor olaylar. Şöyle ki;

Öncelikle o aman aman herkesin deli gibi önemsediği, yılda sadece 1 gün olan ama her yıl da aynı önemi taşıyan ki böylelikle pek de bir önemi kalmayan günden bir önceki gün acaip bi hüzün çöker üstüme. Bu kadar uzatmanın bir manası yoktu farkındayım, bildiğimiz doğum gününden bahsediyorum işte. Ben gelmesini pek istemem bu günün. Çünkü daha gelmesine yakın bir gerginlik başlıyor bende. Gerginliğim yukarıda anlattığım gibi bir günüm olduğu için değil. Tersine tamamen normal ve hatta daha kötü bir gün geçirme olasılığımın yüksek olmasından kaynaklı bir gerginlik. Aslına bakarsanız sıradan bir günün daha kötü olması dahi canımı sıkmazken, bu -güya- özel günde ‘neden ?’ sorusu çok dolanır aklımda. Sanırım bende de biraz ‘özel hissetmem gerekiyor’ gibi bir bilinç yerleşiyor yavaş yavaş ne acı!!!

İşte tam da şu anda bir hüzün geldi oturdu kalbimin ortasına. ‘Kalbimin ortasına oturdu’ da değişik bişeymiş, ama göğsümde bi basınç hissediyorum cidden yalan değil. Her sene aynı seramoni. Bir beklentim yok halbuki kimseden, çünkü zaten çevremde beklentim olabilecek fazla insan da yok. 1 bilemedim 2 arkadaş, anne baba... Sanki bir mucize olması şartmış gibi doğum günümde sıradan geçen her dakika canımı sıkıyor nedense. E ne olacaktı yani? Okullar tatil olup, iş verenler işçilere prim mi verecekti? Hiç işte...

Bunlar işin gırgır kısmı. Esas nedeni -ben bunu bu sene çok daha iyi anladım- ki o da yalnızlık sanırım. Çok şikayetim olmamıştır yalnızlıktan çünkü seviyorum. Yalnız yaşamak da eklenince son birkaç ayda daha da özgür olduğumu hissediyorum. Aslında hissetmekten ziyade kendime uzaktan bakınca böyle görüyorum. İçimde ise ufaktan bir sızı hakim.

Ve işte doğum günümde her daim akmaya hazır bir damla gözyaşım var yine. Gün içinde bir şey ters gittiği anda ‘ama bugün benim doğum günüm, bugün bari uğursuzluklar beni bulmasın’ moduna girebilirim. Ya da tam tersi mutluluk için bile akabilir o damla. Belki annemle babam çıkar gelirler Türkiye’nin bir ucundan.. Belki hala çok değer verdiğim ama dostluğunu kaybettiğim, her aklıma geldiğinde canımı yakan ‘o’ gelir sırf benim için.. Ya da belki elimde kalan tek dostum sımsıkı sarılır da bana varlığını duyumsarım yeniden ve şükrederim ‘ben bi şekilde doğmuşum asıl sen iyi ki varsın!’ diye.. 3 olasılıktan teki gerçekleşir, bence çok da fena sayılmaz? Hımm?

Ama işte kişilik meselesi biraz da her sene yaşarım bu gereksiz ruh halini. Nasıl ki diğer insanlarda neşe balonu vardır, bende de ağlamaklı hüzün balonu. İçinde çaktırmadan birkaç fasıl ağlama ve birkaç fasıl da aşırı mutluluktan gülme krizi geçirebilirim.

Anlayacağınız tamamen sinirlerin harp olduğu bir gün benim için...

Bir an önce 2 Kasım atlatılıp 3 Kasım’ a başlanmalı. 1 günlük olmak çok daha huzurlu sanki?!


28 Ekim 2009 Çarşamba

İstem - Sitem



‘’Evet tamam hazırım hayat

Hazırım gel ve göster yüzünü

Güzel, çirkin, naif, itici..

Bıraktım ben artık bak, vazgeçtim korkmaktan

İndirdim yelkenlerimi, çıkarıp attım üzerimden zırhımı

Çırılçıplak karşındayım

İster gel yanımda ol ister çık önüme setler kur

Umrumda değil çünkü artık belirsizliklerin dahi beni ürkütmüyor

Uzaktan bakmak yok artık, gizlenmek yok

Haykır yüzüme tüm pisliklerini ya da tattır bana tüm nimetlerini

Dünya boş, tam ortada ben varım

Yalnızca ben..

Söyle söylemek istediklerini

İster al kollarına, ister çarp suratıma

Korkmuyorum artık

Geçti tüm acılarım, sardım yaralarımı, kırılganlıklarım sapasağlam iyileştim.. ‘’

Demek istiyorum..

Diyemiyorum...

Hayır hazır değilim hayat

Bırak beni kendi halime

Yaklaşma yakınlarıma

Kırılganım hala çok

Esintinde bu kadar etkilenirken

Rüzgarlarında ölürüm

Bırak yakamı

Henüz paramparçayım...


3 Ekim 2009 Cumartesi

uykulu uykusuzluğumun sebebi belli !


biçare bul dedi
dinlemedim..
göremiyorum dedi
anlamadım..
anlattı mavi gözlerinden çektiği acıyı
üzüldüm..
çok üzüldüm..

27 Eylül 2009 Pazar

dingin


güneş yorgun
deniz yorgun
dağlar tepeler yorgun
gün bitti
çıt çıkmıyor
aksaz'dan ayrılırken
dingin bir hava
bitkin ama huzurlu...

renkler

kum - deniz - güneş - huzur

ahh çocukluğum..

...en çok özlediğim

sıpasıyla düşmüş yollara

dur dedim durmadı


meğer poz vermek için yola çıkcakmıştı
bilemedim =)

'aksaz'a gider iken

30km lik yol bir türlü bitmiyor
sebep?
her dönemeçte bir güzellik...
manzaraya doyana kadar izlemece
fotoğraf çekmece
ölümsüzleştirmece
olmazsa olmaz

marmaris'e kuşbakışı


'datça' ya...


datçanın yolları
sarsın seni kolları

yel değişmenleri ve rüzgargüllerinin arkadaşlığı



kıyıya vurdum bedenimi

çürüdüm sonra karada
denizdi benim nefesim
denizdi canım kanım
geri dönüş yok şimdi
sonsuza kadar ruhsuzum...

yattığım yerden

okusam
resmetsem
uyusam
içsem
seyretsem
düşünsem
yattığım yerden...

babam...

özlüyorum bazen çok...

tek sıra

açıktan yüzen adam ördeklerin yemiymiş meğersem

balbazarla tanışmamız ve sonrası

çakıl taşlarının üstüne oturmuş bir o yana bir bu yana sallanıyordum
kulağımda zero7'nın en sevdiğim 'in the waiting line' şarkısına
yalan yanlış uydurma ingilizcemle eşlik ederek.

bir kıpırtı hissettim sonra sağ tarafımda
dönüp baktım.
suyun içinde avcum kadar bişey
çıkarmış kafasını dikmiş gözlerini bana bakıyor



'kimsin?' dedim
cevap vermedi
'ne istiyorsun?' dedim
'tanışalım' dedi

biraz daha yaklaşmıştı
artık su yüzeyindeydi
'kırılganım' dedim, 'kırmam' dedi
'sevilmem' dedim, 'severim' dedi
'kötüyüm' dedim, 'aldırmam' dedi
konuştuk bir süre
inandım
inandırdı


sonra?
çok sürmedi
gitti...

güneş...

gözlerimi alıyor her akşam batmaya yakın
dağın ardına geçene kadar inatla seyrediyorum
saatler sonra buluşacağız
her bir hüzmesini içime çekiyorum..

huzurumuz kaçmasın

gelmeden gidelim...

gezmelere gidelim yeniden

severdik ılık yaz akşamları öylesine gezmeleri
elele ordan oraya sohbete dalmaları...


bazen susup nefes alıp verişimizi dinlemeyi
bazense şarkı mırıldanmaları...

boş bırakmaya gelmezdi

ne aramıştınız?

alışkanlık değil


'ıssızlığa gitmeyi' huy edindim kendime
söyleyecek söz
yapacak bir şey yok
bu böyleydi
böyle gelmişti
böyle giderdi...

burada...

bir yanım deniz...


bir yanım orman...

utanırdım çok

10 saniyeden fazla bakamazdım ya gözlerine
şimdi kedilerle anlaşıyorum bak
!

tanışalım?


aldırmaz
umursamaz
yadırgamaz

erkek korur, dişi yorulur

gel peşimden

süzülür gibi

izledikçe izlenen..

haydi çocuklar denize...