25 Mayıs 2009 Pazartesi

kaderin ağlarını örmesi?!

paypaytya :)

bazen ağzımı açıp tek kelime edemem




hiç bitmesin istersin ya
nefesini tutsan da zaman akar

huzur

bir masal



akçakoca çarşaf misali suya yansır
tekneler bakakalır
güneş batar
ben ağlar...

camiler bi garip burda

sonra...




dingin bir deniz
hafif bir esinti
güne veda...

atlasak mı?

güneş denizi öperken

bir köyceğiz

üç kafadar

tırıs tırıs

geçit yok

boynuz kulağı geçermişti

çimen üstü köprü

bir sonu varmış

güneş bir dünya

yeşilde uzak yeşilde yakın

nilüferler açmazken

abanta nazır

tahtalardan köprüler

3 Mayıs 2009 Pazar

bazen renksiz...




bazen görünmez gibi hissediyorum
insanlar bakıyorlar ama görmüyorlar
üstüme yürüyor kalabalık, arsız
bazen sadece bir bedenden ibaretim
üzerimde giysiler
ayaklarım çıplak
bir caddenin tam ortasında
ellerimle gözlerimi kapatmış dikiliyorum
arabalar olanca hızıyla geçiyor sağımdan solumdan
sadece duyuyorum
kollarım yara bere içinde
saçlarım dağınık
bazen unutuyorum
adımı
bazen tanımıyorum
yüzümü
siyahım...
bazen kimseyi sevmediğimi düşünüyorum
arkadaşlarımı ailemi kendimi
korkak, cesaretsiz, aptal
kaçıp gitmek hayal...
bazen nefes bile almadığımı farkediyorum
konuşmadığımı
duymadığımı
yaşamadığımı
bazen ölmek istiyorum...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

ne güzeldir yollarda olmak şimdi !




‘Beni bu havalar mahvetti’ demiş ya Orhan Veli, ben de şöyle bir düşününce ‘Beni bu yollar kendime getirdi’ diyorum.

Öyle çok fazla uzun yola çıkmam aslında, sene de birkaç defa. Belki de bu yüzden uzun seyahatler beni her zaman heyecanlandırmış ve hatta mutlu etmiştir. Özellikle yalnız yolculuk yapmak ayrı bir tatdır benim için. Gerçi otobüse ya da trene binip hareket vakti gelince gereksiz bir hüzünlenme yaşarım. Nedenini hala saptamış değilim. Beni uğurlayacak insanlarla uzun sure görüşmeyeceğimden değil ya da onlara çok bağlı olduğumdan, ya da terkettiğim şehri çok sevmemden.. Hiçbiri.. Ama cama yaslanıp el sallamak ve ardından gelen birkaç dakika gözlerimin buğulanmasına yetiyor sebepsiz. Fakat sonra…

İşte başlıyoruz. Otogardan çıkana kadar herkes hala yerleşme çabasındadır. Eğer yanımda biri yoksa ben zaten sırt çantamı yan koltuğa fırlatıp çoktan yerleşmişimdir. Yok illa şanssızlığım üzerimdeyse ve yanımda şişman bi teyze oturuyorsa mecbur sırt çantası kucağımda yayılmış ya da yeri boylamıştır.

Otobüsteki görüş alanıma giren diğer insanları şöyle bir gözden geçirirken muavinin bıkkın ve bir hayli ağdalı konuşması duyulur. ‘Sayın yolcularımız iyi günler falan fıstık bıdı bıdı bıdı bıdı…’ Ardından kendimi yoklarım, ne yapmak istiyorum diye. Tamam biliyorum komik geliyor kulağa 1metre karelik alanda tenis oynıcak değilim ya. En fazla müzik dinlerim, ya da kitap okurum. Hiçbirini canım çekmezse camdan dışarıyı izlerken sızarım. İşte bu seçenekleri ben dallandırıp budaklandırıyorum. Bir kere yanımda birden fazla kitap vardır; şu anda okuduğum, bundan sonra okumak istediğim, daha once okuduğum ve tekrar okumanın iyi geleceğini düşündüğüm, ha bir de mizah dergim de illa ki çantamdadır onu da unutmayalım. Müzik seçimine gelince, mp3 çalarımı ittire kaktıra bi sürü albüme boğmuşumdur kesin. Şimdi hangi albümü açıp da dinlesem? Özgürlüğü en iyi hissettiren neşe, hüzün aynı anda yaşatan cazz mı, içimde melankolizmi tavan yaptırıp belki ağlatacak ya da nefreti hırslandıracak rock ritmlerimi,kıpır kıpır vıkır vıkır indie mi, yoksa direk uyutacak klasik tınılar mı? Acaba otobüsün birazdan başlatacağı abuk filmi mi izlesem? Ya da benim uykum mu var ne? E o zaman da şehirleri, köyleri, küçük kasabaları, dağları, tepeleri, inekleri, kuşları göremem.. İşte bunların aklımdan binbir soruyla gelip geçmesi ortalama 10-15 dakikamı alıyor.

Sonrasında ne mi oluyor? Ne olacak ben yine plansız elimi çantama atıp ilk gelen kitabı okumaya, mp3 çalardaki şarkıları da rastgele seçip dinlemeye başlıyorum. Eved 15 dakikalık karın ağrısı boşunaydı.

Kitap okurken genelde bir rol edinirim kendime. Hayır öyle sanıldığı gibi ne yazar ne de baş kahramanımdır. Genelde 5 sayfa da bir ortaya çıkan figuran gibi bi rolü olan kız erkek farketmez biri olurum işte. Böylece sayfalarda kaybolmuşken adımı gördüğüm anda ‘heh sıra bende’ deyip havalara girebilirim. Bazen ana kahramanın kapı komşusu bazen polisin yardımcısı, bazen de baştan beri suçlanan ama kitabın sonunda herkesi şaşırtacak masum zanlı. Kimi zamansa bir kedi; sokakta dolanıp, yine kahramanın evden çıkarken başını okşadığı pasaklı.

Ne zaman gözlerim ağrımaya başlar, boynum tutulur o zaman kitabın arasına bir ayraç atar dinlenirim. Ve şimdi yolculuk sırasında en sevdiğim aynı zamanda en nefret ettiğim kendime engel olamadığım ana gelmiştir. ‘Düşünce faslı’… Fırtınası desem çok daha doğru olur. Kitap okurken ki kadar gözlerim ağrımaz belki ama beynim çok daha fazla yorulur.

Nereden başlar hiç bilmem bu düşünceler, ya kitaptaki olayların sonunu tahmin etmeye çalışırken ya da otobüste acaba bu insanlar ne amaçla yoldalar gibi soruları kendi kendime
cevaplamaya çalışırken. Bilemiyorum.

''Bugünü düşünüyorum, hayatımdaki insanları.
Geçmişimi düşünüyorum, hatırlamaya çalışıyorum,.
Yaşadığım olayları bir bir yeniden yaşıyorum.
Mutluluklarımı, hüzünlerimi..
Acı olayları unutmak için o kadar çaba sarfetmişken,
Şimdi inadına hatırlamaya çalışıp ne olmuştu diye daha da acı çektiriyorum kendime.
Geçmişe daha geçmişe uzanıyorum.
Çocukluğuma..
Annemin babamın gençlik yıllarına..
Kreşten arkadaşlarımın isimlerini simaları anımsamaya çalışıyorum.
‘Bir film şeridi gibi geçiyor hayat gözlerimin önünden’
Hayır canım ölmüyorum =)
Aptal bir sırıtma oturmuşken suratıma,
Sorunlarımı çözmeye çalışırken buluyorum kendimi.
Karnıma ağrılar giriyor.
Kimilerini çözüyorum.
Sonra daha başka çözülmesi zor sorunlar çıkarıyorum kendime..
Poff nefes nefese kalıyorum. Nerden geldim bu düşünceye. Bir türlü bulamıyorum…''

Sonra bu düşünce fırtınası yerini tiz sesli bir esintiye bırakıyor ve ben rüyaya dalıyorum.
Gözlerimi açtığımda muavin tepemde dikilmiş, ‘sıcak soğuk içecek servisimiz başlamıştır, ne istersiniz?’ diye soruyor. ‘Bir meyvesuyu lütfen, farketmez’ diyorum.
Ve başa sarıyorum…

En son 12 saat süren yolculuğumda hiç varmak istememiştim. İnsanlar ‘off ne bitmez yolculukmuş’ diye söylene söylene inerken, ben de onlarla birlikte söyleniyordum.
Tek farkla ‘ne çabuk geldik yahu!’ =)