22 Temmuz 2011 Cuma

UYAN DAMLA UYAN !


Rüzgarın nereden estiği belli değil bu sabah. Dağılmış saçlarımı yanaklarımdan alnımdan burnumdan sıyırıp şapkamın içine tıkıştırıyorum homurdana homurdana. Babam her zaman ki gibi 'güneşten faydalan kızım' ısrarlarıyla güneşe sürüklüyor beni. 'Bugün güneşe çıkmak istemiyorum baba, şemsiyenin gölgesinde otursak?' Kıyamıyor yine bana, 'tamam' diyor memnuniyetsiz.

Her sabah birkaç dakika yürüyerek indiğimiz sahili bugün es geçip, çok rüzgar olduğu için babamın kıvrak zekası ile karar verdiği Kargı Koyu' nda kendimize manzarası güzel bir yer arıyoruz. Rüzgar burada da var ama dalga yok, Kargı' yı ve babamın zekasını seviyorum. Çakıl taşları inci gibi gelişigüzel dağılmış etrafa, bakir ve bir o kadar ihtişamlı, karşıda yunan adaları ayna gibi görünüyor ve açıklarda sabitlenmiş tekneler, yatlar... Havlularımızı serip, güneş gözlüklerimizi takıp, kitaplarımızı açıp uzanıyoruz efil efil esen sahile. Tenimin güneşi reddettiği gibi kulağım da müziği reddediyor bugün. Ayaklarımızın ucunda çakıl taşlarına vuran su, rüzgar ve arkamızdaki ağaçlara konuşlanmış cırcır böcekleri yeterli.

Ilk elime aldığımda 2 gün sürüklendiğim kitabın son 2 gündür kapağını açmamıştım. Kitap ayracım da kaybolduğu için uzun süre sayfaları haşır huşur çevire çevire nerede kaldığımı arıyorum. Ve sonunda buluyorum. Okumaya başlıyorum. Aradan 15 dakika geçiyor ve ben hala aynı sayfada aynı satırlardayım. Her cümlenin sonunda bir şey anlamadığımı farkedip paragraf başına dönüyorum.

Kafamda dün akşam var. Dün akşam ki 'hata' m var.. Kardeşim dediğim en yakın dostumun beni kendime getirdiği o konuşmadan sonra gece rahat uyumuştum, peki şimdi ne diye hiç bir şeye odaklanamıyordum? Tek nedeni kendime yaptığım haksızlık, saygısızlık ve HATA. Kitabı kapatım derin derin nefes alıp veriyorum gökyüzüne bakarken. Dudaklarımı nasıl kemirdiysem artık acıyla ofluyorum.

Telefon çalıyor. Kendi telefonumdan uzak durmak istediğim için o evde, bu babamın telefonu. İnatla çalıyor, cırcır böcekleriyle yarışır gibi çatlayana kadar çalacak, ama bence bu yarışı cırcır böcekleri kazanır gibi saçma bir hakemliğe bürünüyorum. Hala gözlerim gökyüzünde. Tamam artık bu telefona cevap verilmeli. Sağıma bakıyorum ve babamın da aslında hala aynı sayfada aynı satırlarda kaldığını görüyorum, onun daha mantıklı mazeretleri var, uyumuş..

Telefona bakıyorum, babamın eski iş yerinden arkadaşı. Birkaç gün öncesinde ortak başka bir arkadaşlarının beyin kanaması geçirip hastaneye kaldırıldığını haber verip bizi derin üzüntüye boğmuştu. Karnım ağrıyor telefonda ismini görünce, açmak istemiyorum, babamı uyandırmak istemiyorum ama meşgule atmak da istemiyorum. Sonunda babam haykırış dolu telefonun sesini duyup 'kızım?' diye uyanıyor. 'Baba telefonun çalıyor' diye uzatıyorum istemeyerek. Babam kimin aradığını ne soruyor ne de telefona bakıyor, uyku sersemi direk kulağına götürüyor. 'Efendim? Hüssam sen misin? Neyin var sen bana hiç iyi haberler getirmiyorsun? Ne oldu? Konuş.. Hüssam? Yoksa? Oğlum kendine gel, ağlama..' Telefonu kapatıyor. 'Ahhh!' diye cılız bir sesle inliyor ve başını öne eğiyor. Güneş gözlüklerinin altından süzülen göz yaşlarının kucağında duran kitabın üzerine düşüşünü izliyorum. Ellerim titriyor. Babamın boğazından çıkan hırıltıları işitiyorum. Elleim daha da titriyor. Babama sarılıyorum. Ağlıyoruz. Sarılarak en son ağladığımız günü hatırlıyorum, okuldan mezun olup kepleri fırlattığımız anı. Gözyaşı çok yönlü, sevinçte ve hüzünde.. Babam kalbimin hızlanmış ritmini hissetmiş olacak ayrılıyor benden. 'Tamam diyor tamam sus sen de' diyor.. Ben de 'Tamam baba bişeyim yok iyiyim endişelenme' diyorum. Birbirimizi sakinleştiriyoruz. Onun acısına kendi derdimi eklememeliyim. Şu anda arkadaşına akıttığı göz yaşlarına engel olmamalıyım. Susuyoruz. Babam eline telefonu alıp 'Diğer arkadaşlara da haber vermek lazım ama nasıl' diye yine o her sorumluluğu üstüne alma telaşında.

Sırayla birkaç kişiyi arıyor ve her telefonu kapattığında çenesi titriyor. 'Cengiz' i kaybettik' Pikniklere havuzlara gittiğimiz evinde misafir olduğumuz gözlüklerinin ardından sürekli gülümseyen ve her tebessümünde gözleri küçülen Cengiz Amca' yı kaybettik. Mekanın cennet olsun Cengiz amca..

Kendimize geldiğimizde babam 'kalk denizden faydalan' diyerek 2. ısrarına sıra geldiğini hatırlatıyor. 'Girmek istemiyorum' desem de bu sefer kaçamıyorum. Su buz gibi ama bir o kadar da tertemiz. Kendime kıyıyorum bu sefer ve suya alışmayı hiç beklemeden dalıyorum en derine, nefesim kesilene kadar gidiyorum. Hırslanıyorum, yüzüyorum yüzüyorum yüzüyorum. Babamın da gerginliğini suya bırakmak istediğini farkediyorum, açılıyoruz.. Yoruluyoruz. Sırtüstü su üzerinde yatıp güneşi içimize çekiyoruz nefesimizi kontrol etmeye çalışırken.

Dün akşam ki hatalarıma gidiyor tekrar aklım. Şu anda daha farklı boyuttan bakıyorum onlara. Evet yaptığım ilk hataydı ama bu bir daha aynı hatayı tekrarlayacağım anlamına gelmezdi, ya da başka konularda başka hatalar yapmayacağım demek de değildi. Hata yapmaya henüz yeni başladım ve hata yapmaktan korkmuyorum. Onları tekrarlamadığım sürece beni olduğum kişi yapacaklar. Beni olgunlaştıracaklar. Hafızanın sırrı buydu. Bana değer vermeyenlerin peşinden gitmek aptallıktı ve bir daha olmayacaktı. Değerimi bilenlere sıkı sıkı sarılmak varken neydi bende ki bu melankolik depresif mazoşist tavırlar. Hep demezmiydi Tuba 'Kendine güven, herkesten önce kendini sev, sen kendini sevmediğin sürece karşındaki insandan 2 kişilik sevgi beklersin ki yok öyle bir dünya, önce sen ne istediğine karar ver, bırak değerini bilmeyen çeksin gitsin, sen yanında istediğin insanlara kıyma yeter ki'...

Gülümsüyorum güneşe ve tekrar dalıyorum suya. Her kulaçta kaslarımın yandığını hissediyorum, yoruyorum kendimi daha daha daha.. Tuzlu su saçlarımı yalayıp geçiyor her kıpırtıda. Su üzerine çıkıp derin bir nefes alıp tekrar dalıyorum.. Dipteki kuma ulaşmaya çalışıyorum, beceremiyorum. Olsun. En azından uğraşıyorum..

Denizden çıkarken babam memnun. 'Aferin kızım bugün daha çok yüzdün, 2 gün sonra gideceksin aklımda kalmayacak denize doydun iyice' Ahh babam hala benim telaşımda.. Seviniyorum.

Eve geliyoruz, duş alıp yağlı ballı kahvaltımızı yapıyoruz karşılıklı.

Babam cuma namazına giderken bu satırları yazmaya başlıyorum..

Hayat acımasız. Hayat kendine gelmeyi beklemiyor. Hem ne demiş ünlü filozof 'sakin' (Yok öyle bir filozof, sakin sadece bir müzik grubu senelerdir dinlediğim)


Ağladık, ağlaştık,
Dünyaları kopardık,
Farkındayız bugün.
Sonrası hep aydınlık
Sebepsiz ve sonuçsuz, denek hayatım

Ben sana söyledim
Hepten ölürüm ben inan
Dönüşü yok bu hız seferi
Bak bu tren devrilir
Bağırır bu raylar
O sahte, o kart düzene

11 Temmuz 2011 Pazartesi

eğer...


Bir kalp daha kıralım

Kalbin ruh olduğunu düşünmezsek eğer,

Bir lunaparkı ateşe verelim

Çocukların gözyaşlarından mutlu olacaksak eğer,

Kendimizi metrelerce yükseklikten boşluğa bırakalım

Uçmayı becerebileceksek eğer,

Zamana bir tokat atalım

Eskimeyeceksek eğer,

Mesafelere barikatlar kuralım

Yıkabileceksek eğer,

İmkansızlığa heyecan katalım

Sonunda şehveti yakalayacaksak eğer


Bir tek gözgöze gelelim

Kendimizi tutabileceksek eğer


Kendimize yol göstermeyip , kendimizden geçelim...