2 Kasım 2010 Salı

'nasılsın?'


Ben bahçe kapısından içeri girdiğim anda o da evden çıktı. Görmedi önce beni. Bahçenin bir köşesinde tek başına duruyor, kendi kendine konuşuyor ve ara sıra da yumruğuyla başına vuruyordu. Kötü ruhlar bedenini sarmışcasına ağlıyordu. Çalıların arkasına saklandım ve bir müddet onu izledim. Sonrasında saklanmayı unutmuş olmalıyım, göz göze geldik. ‘Ah olamaz, sen..’ diyeceğini sandım. Ama o bana doğru gelmedi. Bana baktı ve ‘Kahretsin, sen gerçek olamazsın, sen burada değilsin, çık git zihnimden’ diye bağırdı ve gözlerini sıkıca yumdu. Bu sırada ben tekrar çalıların arkasına saklandım. Gözlerini açtığında, baktığı yerde değildim. Gözlerini ovuşturdu ve tekrar kendi kendine konuşmaya başladı. Çaresizce ağlamaya başladım. Ağlıyordum hıçkıra hıçkıra fakat gözlerimden yaş bile akmıyordu. Zamanında kırılan kalbimden akan oluk oluk kan, şimdi gözlerimden yaşların akmasını engeller gibiydi. Üzüldüm, acıdım, sinirlendim...

Ertesi gün tekrar gittim o eve. Yine bahçedeydi ve kasımpatılarla konuşuyordu. Çok yavaş ve anlaşılmaz şeyler söylüyor, teselli bekliyordu. Sabahın erken saatiydi. Ve tekrar göz göze geldik ‘Çık dışarı, çık.. Ne istiyorsun benden? Lütfen..’ dedi. Bir adım geri attı. ‘Ben hayalet değilim’ dedim. Kafasına vurmaya başladı. ‘Gerçek değilsin.’ Dedi. Gözlerini kapayıp kafasını salladı. Gözlerini kapattığında ona yaklaştım. Neredeyse dokunacak kadar. Gözlerini açtığında çığlık attı ve eve kaçtı.

İşte o an sadece onun için üzüldüm. Ben de peşinden eve girdim. ‘Lütfen dinle..’ dedim. ‘Ben hayalet değilim. Geldim çünkü seni görmem gerekti.’ Sonra ‘Bana dokun, dokun ki anlıyım gerçek olduğunu.’ dedi. Biraz daha yaklaşıp elini ellerimin arasına aldım. Öylece bekledik bir müddet. Gözlerini kapattı, açtığında ‘Git’ diyebildi sadece ve koşarak kendini çalışma odasına kapattı. Bekledim.

‘Benden korkma, seni hiçbir şey için suçlamayacağım. Anlıyorum seni. Gerçekten. Lütfen. Çık dışarı. Lütfen...’ kelimeler ağzımdan giderek daha kısık sesle çıkıyordu. Kapıyı kilitlememişti. İçeri girdim. Odanın ortasında bir iskemlenin üstünde duruyordu. Tavandaki tahta kirişin etrafına bir elektrik kablosu bağlamıştı. Diğer ucunu ise boynuna dolamıştı. Bana baktı, ben de ona baktım. Sonra fısıldadı. ‘Çok uzun zaman önceydi, sen ve ben olamadık, sen ve sen hep vardın oysa ki. O zamandan bu zamana nadiren, bazen, sık sık...-hep- seni düşündüm ben.. İşe yaramaz bir adamım ben.. Senin burda olmadığını biliyorum. Sadece benim kafamdasın.’ Gözleri kızarmıştı, bir süre baktı bana. Yaklaştım. Bağırmaya başladı. ‘Bir adım daha atarsan bu iskemleyi tekmelerim.’ dedi. Durdum. ‘Neden bunu yapıyorsun?’ diye sordum. ‘Sorma bunu bana, sorma, acı çekiyorum’ dedi. ‘Tamam önemli değil’ diyebildim.

‘Nasılsın?’ diye hiç beklemediğim bir soru sordu; iskemlenin üzerinde, gözleri kan kırmızı, boğazında gergin elektrik kablolu adam. Gülümsedim ve ‘Mutluyum’ diye yalan söyledim, aklındaki intihar düşüncesini silebilir umuduyla. ‘Mutluyum çok, harika bir hayatım var için rahat olsun’ diye yalanlarıma hikaye uyduramayacak kadar yavan kelimelerle bocaladım. Baktı, baktı; artık ben gözlerimi gözlerinde tutamayıp yere indirene kadar baktı. Ve sonra ‘yalancı’ diye bağırıp iskemleyi tekmeledi. Gırtlağından çıkan seslerle boğazımın yandığını hissettim.

Yardım etmeye çalıştım ama çok ağırdı, kaldıramadım. İskemleyi ayaklarının altına koydum ama tekrar tekmeledi.

Uzun süre sonra çırpınmayı bıraktı ama hala yaşıyordu. Gözlerinin bana baktığını görüyordum. Kordonun etrafında dönüyordu. Çok yavaş dönüyordu. Yüzünün bana her dönüşünde tekrar arkasını dönene kadar gözleri beni takip ediyordu. Yüzü morarmıştı, bana bakmaya devam ediyordu. Ona yardım etmeliyim diye düşündüm ama sadece düşündüm. Kendime geldiğimde hala nefes almaya çalışıyordu havada. İskemlenin üzerine çıktım ve boynundan kordonu çıkarıp aşağı indirdim onu. Yere yatırdım. Elleri, yanakları mosmor olmuş ve üşümüştü. Gözleri bana bakıyor ama görmüyor gibiydi. O an bitti. Herşey bitti...



1 yorum:

koyusiyah dedi ki...

eskimiş bir kitaptan kopan bir sayfa gibi..