24 Ocak 2010 Pazar

ki zaten kırık aynalar güzel gösterir beni sadece...





Eve geldiğimizde tüylerimizi diken diken eden serin bir hava çarptı yüzümüze. Dışarıdan farksız bu soğukluk da nesi derken, doğru ya 1 aydır evden uzaktaydık. Farklı şehirlerde, bilmediğimiz tanımadığımız insanlar vardı etrafımızda hep, gün boyu sevmediğimiz işi yapıp, laf olsun diye yemek sayılabilecek birşeyler yiyip, akşamları sevimsiz otel odalarında dinlenmeye çalıştık. Yeni yerler yeni yüzler! Hayır yok bize göre değildi, hiç olmadı. Ama el mahkumdu. Evim dediğim en sevdiğim en çok huzur bulduğum yuvamıza gelmiştik ama sanki bizim değildi, soğuktu bir kere! Birimiz mutfağa koşup kaloriferi yaktı hemen. Birimizse karnının gurultusundan tüm gün beste yapmaktan sıkılmış ne yemek yesek diye sarıldı buzdolabı kapağına. Haliyle evde yiyecek bir şey de yoktu. Yorgunduk her birimiz. Günlerce çalışmaktan, yalandan gülümsemekten ve sahte insanlarla muhattap olmaktan bitap düşmüştük. Birimiz bu kıyafetlerden bir an önce kurtulup özüme dönmeli, dinlenmeliyim diye düşünüp attı kendini banyona. Soyundu. Saçlarındaki tokayı çıkardı ve tuttu elinde. Banyonun o gereksiz koskocaman aynasında kendini gördü. İrkildi. Bu ben olamam. Omuzları düşmüş, hayattan bezmiş, gözünün feri sönmüş bu kız ben olamam. ‘Busun işte’ dedi aynadaki yansıması. ‘1 sene öncesini düşün. Mutsuzdun ama yalnız sayılmazdın. Kendini hep yalnız hissettin ama etrafında insanlar vardı illa ki oturup konuşacak, evde ailen sımsıkı sarılacak. Belki içten içe hep yalnızdın ama vardı işte birkaç somut insan. Ya şimdi? İşte şimdi gerçekten yalnızsın. Ne etrafında konuşacak insan, ne de sarılacak bir ailen var evinde. Mutlu musun? Hayır değilsin, ama meşgulsün. Öyle meşgulsün ki yalnızlığını sadece evine gelip de çırılçıplak aynaya baktığında benimle konuşurken farkedebiliyorsun. Ağlıyor musun şimdi de? Bırak ağlama, acındırma kendini. Şimdi ağlarsın, yarın susarsın ama unutma hiçbir zaman gerçekten gülemezsin. Ya da ağla! Ağla nasılsa en fazla bana, aynadaki yansımana rezil olursun. Şimdi ağla, yarın sus ve o yavan hayatına devam et.’ Elindeki tokayı fırlatıp attı aynaya. Ne ayna üzüldü bu duruma ne de yansıma. ‘Ki zaten kırık aynalar güzel gösterir beni sadece’ diye söylendi. Duşun altında öylece durdu bir süre. Göz yaşlarıyla aktı sular ayak uçlarına damla damla. Düşünmeden ağladı yalnızca su sesiyle. Çıktı sonra bornozuyla uzandı yatağına sırtüstü. Dikti tavana yarı kapalı gözlerini. Çivilenmişti sanki, biri alnından baskı uyguluyor gibi gömülmüştü yastığa başı. Ne zaman mutlu olacağım diye düşündü. Aklındaki tek soru buydu yine her zamanki gibi. Her zaman olduğu gibi 'mutlu olmak için ne yapabilirim?' sorusuna tenezzül dahi etmeden 'ne zaman?' diye isyan etti kendi kendine. Böyle gelmiş böyle giderdi işte. Melankolik bir pesimistten başka bir ilerleme beklenemezdi. Ya kendini başka işlerle oyalayıp unuturdu hayatı ya da 'mutluluk ne zaman?' sorusuyla ağlardı. Bir de kendini çok iyi bilir hayıflanırdı. Yine de iyileşmez, o hep hastalıklı yaşam tarzıyla sürdürürdü hayatını. Bitti işte bir buhran gecesi daha. Bittik her birimiz, bitirdik göz yaşlarını. Çok işe yarar gibi tükettik kendi kendimizi...


Yani;
Beni de sayarsak toplam ‘1’ kişiydik yine bu gece de
Ve yine ve yine ve yine...

22 Ocak 2010 Cuma

sadece dinle...

beirut - elephant gun

bazen..

okumak,

anlamak,

anlamaya çalışmak,

çalışmak,

istemez insan...

sadece dinlemek,

gözü kapalı öylece dinlemek ister...

12 Ocak 2010 Salı

Vahşi Kapitalizm !


Karnımızı doyurmak için
Ya da akıllıca davranmış olmak uğruna sevmediğimiz işi yapıyoruz
Şaşkınız çoğu zaman bilemiyoruz doğruyu yanlışı
Etimiz ne budumuz ne bilinçsizce yorumlar savuruyoruz
Doğruların çoğu aklımızdayken, yanlışları bir fiil yaşıyoruz
Yaşatılıyoruz!


Tahminler bitti hayata dair, hayal olmaktan çıktı
Artık gayet görüyoruz
Mutlu gibi davranıyoruz önce,
Sonra ‘mış’ gibi de yapamayıp isyan ediyoruz

Ne tuhaf!
Bir de elimiz ayağımız bağlı gibi itaat ediyoruz!
Bağlı mı yoksa değil mi onu bile fark edemiyoruz
Yoruluyoruz
Kızıyoruz
Korkuyoruz…

Başladık bir kere hayata ve büyüdük ister istemez
Yapacak bir şey
Kaçacak bir yer
Reddedecek cesaretimiz
Bağıracak nefesimiz YOK!

Büyüyoruz
Sunuyorlar
Yaşıyoruz…

8 Ocak 2010 Cuma

Uludağ' da kardanadamlar...

Zirvede yine de gözümüz yükseklerde hep daha zirveye hep daha yükseğe çıkma isteği var içimizde...




Tek bi noktadan gözümü ve kadrajımı ayıramadım nitekim bir çok kare fotoğraf çıkarttım...









Anne ve yavruları misali...



















Telesiyej - teleski - telefrik tartışmasını başlattığım an...














Babam da öğrendi daha ilk günden =)




Güneşin batımıyla aynı hızdaydı telesiyej...




Nokta!









''Yol boyunca kar mücadelesi yapıldığından ters yönden iş makinası çıkabilir''
Ve en çok güldüğüm 'kar mücadelesi' dir =)




TEK YOL DEVRİM bilirdik biz bi?! Ona n' oldu?














Karda yürümek.. Nefes nefese kalmak.. Ayaklarımızdan çıkan sesi karnımızda hissetmek.. Evet!









Bembeyaz çarşaf üzerinde karıncalar kayıyor..




Yavru karınca çarşaf üzerinde bıraktığı her kırışıklıktan büyük haz alıyor..









Kaybolamadık bile ne acı!




İlk ders: 'Kar sapanı'
İlk heyecan: Başbaşa öğrenmek...














Telesiyejle zirveye tırmakmak HUZUR!,




Zirvede hazırlık HEYECAN!,




Kayarak vadiye doğru süzülmek ÖZGÜRLÜK!..









Karıncaların ilk dersi




Yetişkinler öğrenmek için o kadar çaba sarfederken miniklerin marşlar söyleyerek süzülmesi ne sinir bozucu ama bir o kadar sevimli...









Hep böyle kalalım istedim; hep çocuk hep masum ve hep mutlu...

Şehr - i Bursa




Bursa' da bir gün daha

Türkiye' nin ilk darphanesi.. İlk para basılan yer.. Paranın ilk değerlendiği, maneviyatın öldüğü, üçkağıtçılığın çıktığı, mutsuzluğun doğduğu mekan.. Pembe belki ama kapkara gözümde...




Rüzgardan korkuyorlar ki tavuklar da bi komik burda..




İzmir' in olur da Bursa' nın olmaz mı bi saat kulesi?!



Dünya' nın merkezi olur mu? Olur.. Olmaz olur mu! Ama olmaz olsun...




Eskiden araba mı vardı? Sokakları da daralttı kör olasıcalar..




Konaklarda konaklamak...




Atam' ın Bursa' daki malikanesi bir harika.. Tıpkı kendi gibi...




O malikanede bir de dostu var ki tüyler ürpertici...

14 Aralık 2009 Pazartesi

'HAYAT' bu !


Sabah 05.30
13. kattaki odamın tavandan tabana olan camına ellerimi ve alnımı dayamış bekliyorum.
Cam soğuk, ellerim soğuk, alnım soğuk..
Üzerimde pijamam, ayaklarım çıplak, yerler soğuk, ayaklarım soğuk..
Ürperiyorum..
Hemen yanımda sıcacık yatağım ilk defa cazip gelmiyor,
Kımıldamadan dikiliyorum cama yapışık..
Donuk bakışlarım seher vaktinde araba park yerine odaklanmış bekliyor.
Rengarenk arabalar. İçlerinden 10 yıldır aşina olduğum gri arabamızı bulabiliyorum nihayet. Plakaya bakmama gerek yok ki baksam bile çok küçük göremiyorum..

Apartmanın giriş kapısından çıkıyorlar,
Arabaya doğru yürüyorlar ellerinde çantaları..
Bağırsam duyamazlar,
İzliyorum sadece..
Bagaja eşyalarını bırakıp tamamen gayri ihtiyari kafasını kaldırıp bana bakıyor ANNE’ m. Birbirimize baktığımızı gözlerimizden anlamamız şart değil, hissediyoruz.
Ve sonra BABA’ m..
El sallıyorlar..
O an gözlerimden süzülüyor yaşlar.

Kaşlarım çatık, kime olduğunu bilmeden öfkeleniyorum önce, dudaklarımı kemiriyorum hırsımdan.
Sonra durulup hüzünleniyorum sadece.
Suçlu kim?
Suçlu yok!
‘HAYAT’ bu…
‘Gitmeyin, beni bırakmayın!’ desem?!
Olmaz haksızlık…

Çok da alışmıştım halbu ki sadece 10 günde. Annemin enfes yemeklerine, bitmek bilmez nasihatlarına, babamın gözümün içine bakıp bir derdim mi var diye sorarcasına bakmasına…

Arabayı çalıştırıyor babam, farlar yanıyor.
Karanlıkta, koskoca park yerinde, onca araba varken neden bizim arabamız gidiyor?
Neden ben bu buz gibi cama dayanmış kalp sesimde boğulup göz yaşlarımı tutamıyorum?

Araba manevralarla park yerinden binbir güçlükle atıyor kendini.
Biliyorum siz de beni bırakıp gitmek istemiyorsunuz uzaklara…
Çivilemek istiyorum arabayı tam da durduğu yere, gözlerimle durdurmak anneme koşmak, sımsıkı sarılmak istiyorum..
Durmuyorlar!
Annem son kez bana bakıp el sallıyor,
Buz gibi ellerim titriyor, çaresiz karşılık veriyorum.
Karşılıklı anlaşmaya vardık, gidiyorlar !
Uzanan cadde boyunca dualar ediyorum arkalarından, sağ salim gitsinler, aynı salimlikle dönsünler bana diye..
Kimbilir belki ben bir gün ‘olmadı yapamadım’ deyip giderim buralardan?

Ve yine başlıyoruz…